CHPli Erdoğan Toprak, merakla beklenen raporu yayımladı

CHP Genel Başkan Başdanışmanı ve Genel Koordinatör Erdoğan Toprak, "İktidarın

CHPli Erdoğan Toprak, merakla beklenen raporu yayımladı
06 Nisan 2021 - 11:00

CHP Genel Başkan Başdanışmanı ve Genel Koordinatör Erdoğan Toprak, “İktidarın Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) yönelik köktenci tutum ve söylemleri öne çıkartarak, hızla yitirdiği siyasi ve toplumsal desteği koruyabilmek için yeni mağduriyet arayışlarına girdiği görülüyor. Bu kapsamda AYM’nin kapatılması gündeme taşınmakta, iktidar ittifakının, yargı bağımsızlığı ve hukuk devleti anlayışı ve zihniyeti daha belirgin şekilde ortaya çıkmaktadır!” dedi.

CHP İstanbul Milletvekili Erdoğan Toprak, “AYM’nin kapatılması çağrısının bir başka açıdan yorumu anayasanın ve anayasal demokratik düzenin, yasaların öngördüğü bireysel ve kurumsal hakların,  anayasanın yargı güvencesine aldığı temel vazgeçilmez hak ve özgürlüklerin de lağvedilmesinin istenmesidir. İktidar ittifakının büyük ortağının özlemlerinin, küçük ortağın sözcülüğüyle seslendirilmesidir!” ifadesini kullandı.
“Boğaziçi öğrencilerinin demokratik protestoları için “Kalkışma, Dış Güçlerin Darbe Hazırlığı” deyip, hukukçuların, emekli büyükelçilerin, Yargıtay başsavcılarının görüş ve beyanatlarına karşılık, emekli subayların Montrö açıklamasından “DARBE İMASI” yaratma senaryoları da siyasi mağduriyet algısı arayışlarının bir başka örneğidir. Yaşanan ağır ekonomik buhranın üstünü örtme çabasıdır!” diyen Toprak’ın her hafta kamuoyu ile paylaştığı rapordan öne çıkan başlıklar şöyle:

 

Karadeniz’de Rusya ile Ukrayna arasındaki gerilim tırmanıyor. ABD, Ukrayna’ya destek açıklaması yaparken, Rusya Donbas’ta başlayacak olası bir çatışmanın çok şiddetli sonuçlarının olacağını, Ukrayna’nın bundan büyük zarar göreceğini açıkladı. Rusya’nın Suriye’de İdlib ve TSK kontrolündeki diğer bölgelerde füze saldırılarını artırması, Rus devlet medyasında Ukrayna’ya SİHA satışı yapan Türkiye’ye “UYARI MESAJI” olarak dile getiriliyor.

Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi’nin Ankara’yı da kapsayan Ortadoğu başkentlerine yönelik ziyaret turu ve yapılan açıklamalar, imzalanan anlaşmalar, Rusya’dan sonra Çin’in de bölgede ekonomik, siyasi ve askeri ağırlık koyma planları yaptığını gösterdi. Türkiye’nin çok sayıda bölge ülkesiyle ağırlığını ve önemli mevzileri yitirdiği bir süreçte Çin, 5 hedefli bir planla Ortadoğu başkentlerinde etkinliğini pekiştiriyor!

Çin Komünist Partisi'nin resmi yayın organı Halkın Günlüğü ve uluslararası versiyonu China Daily, Dışişleri Bakanı Wang Yi’nin Ortadoğu turunun beş hedefi olduğunu, bu plan çerçevesinde bölgedeki ekonomik kalkınma, teknoloji ve yatırım hamlelerine katkı yanında, bölge ülkeleri arasındaki kronik sorunların çözümüne de katkı sağlamayı ve arabuluculuk yapmayı öngördüğünü duyurdu. 

 ÇİN-ABD rekabeti ağırlık merkezini Pasifik Bölgesi’ne kaydırırken, iktidarın izlediği yanlış ve öngörüsüz dış politikanın Türkiye’nin bölgesel güç olma hedefini nasıl sekteye uğrattığını, Türkiye’yi nasıl yalnızlığa ittiğini ve dışladığını görmek olanaklı. Çinli Bakan’ın bölge ülkeleri turunda ortaya koyduğu beş hedefli plan stratejisinin ANA AKTÖRÜ bir dönem TÜRKİYE idi, şimdi ülkemizde 5 milyona yakın mülteci ile baş başa kaldık!

 

BM ve AB girişimiyle gerçekleştirilen Suriye’ye insani yardım için uluslararası donörler toplantısında, uluslararası toplumun ve sorundan en çok yakınan ülkelerin duyarsızlığı ortaya çıktı. En fazla mülteciye ev sahipliği yapan Türkiye’nin de aralarında yer aldığı beş ülke için 5,8 milyar dolar olmak üzere en az 10 milyar dolar destek sağlanmasını hedefleyen BM, yapılan bağışların 6,4 milyar dolarla beklentilerin altında kaldığını açıkladı!

ABD Başkanı Joe Biden’ın göreve gelmesinden sonra Dışişleri ve Savunma Bakanları düzeyinde gerçekleşen ilk resmi temaslarda ABD, “İNSAN HAKLARI VE DEMOKRASİ” vurgusunu öne çıkarttı. ABD Dışişleri Bakanlığı’nın her yıl yayınladığı İnsan Hakları Uygulamaları Raporu’nda da Türkiye’ye yönelik olarak oldukça sert ifadeler ve eleştiriler yer aldı. Raporda Türkiye’nin ağır ve önemli insan hakları sorunları bulunduğu belirtildi.  

ABD’nin yeni yönetimiyle üst düzey temaslar arasına Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın ABD Savunma Bakanı Lloyd Austin ile görüşmesi de eklendi. Yunanistan ve Türkiye Savunma Bakanlarıyla aynı gün görüşen ABD’li Bakan S-400’lerin kırımızı çizgi olduğunu söylerken, Türkiye’nin bir an önce bundan kurtulması talebini iletti.  Görüşmede bölgesel ve ikili ilişkilerin de ele alındığı açıklandı.

MB Başkanı Şahap Kavcıoğlu, 89. Olağan Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada ve ardından yatırımcılarla bir araya geldiği telekonferans görüşmesinde sıkı parasal duruşun sürdürüleceğini, gerekirse ek sıkılaştırmaya gidileceğini ifade etti.  Bu durumda 15 Nisan’da yapılacak Para Politikası Kurulu toplantısında faiz indirimi ihtimali gözükmüyor.

2020 yılsonu itibarıyla dış borç stoku verileri Hazine ve Maliye Bakanlığı tarafından açıklandı. Türkiye’nin brüt dış borç stoku ikinci kez 450 milyar dolar düzeyine ulaştı. Toplam borç stoku 2017’de 454,4 milyar dolarla en yüksek seviyesine ulaşmıştı. Aradan geçen dört yılın ardından dış borç stokunun milli gelire oranı yüzde 62,8 düzeyine çıkarak tüm zamanların rekorunu kırdı!

Türkiye’nin ağır borç tablosu ve geri ödemeleri yapıp yapamayacağı konusunda kaygılar, giderek artırıyor. BM Kalkınma Programı’nın (UNDP) raporunda, aralarında Türkiye’nin de yer aldığı 72 ‘düşük ve orta gelirli’ ülkenin borçlarını ödeyemeyebileceği, küresel borç krizi yaşanabileceğine dikkat çekiliyor. Bu çerçevede 528 milyar dolarlık borcun geri ödememe riskinin yükseldiği vurgulanarak, G20 ülkeleri uyarılıyor!

TBMM’ye getirilen 18 maddelik torba yasa teklifiyle kurumlar vergisinde 5 puanlık yeni artış söz konusu. Salgında kapatılan yeme-içme yerlerinde çalışanlara nakdi ücret desteği günde 50 TL’ye çıkartılarak, işten çıkartma yasağına rağmen çalışanların işten çıkarılıp, ücretsiz izne gönderilmesi teşvik ediliyor. Kamu alacaklarının icra-haciz yoluyla tahsilinde el konulan hacizli taşınır-taşınmazların elektronik ortamda satışına yönelik düzenleme dikkat çekiyor!

CHP GENEL BAŞKAN BAŞDANIŞMANI VE GENEL KOORDİNATÖR ERDOĞAN TOPRAK’IN HAZIRLADIĞI RAPORUN TAMAMI ŞÖYLE:

İÇ POLİTİKA

İktidar, çöküşünü durdurmak için yapay gündem arayışına yöneldi!
AYM’nin kapatılması çağrısı; iktidar ittifakının gizli özlemlerinin, küçük ortak sözcülüğüyle seslendirilmesidir!
Emekli diplomatların Montrö uyarısına susan İKTİDAR, Emekli amirallerin aynı içerikli uyarısına “Darbe Yaftası” peşinde!
DIŞ POLİTİKA

Karadeniz’de Rusya ile Ukrayna arasındaki gerilim tırmanıyor!
Çin, 5 hedefli bir planla Ortadoğu başkentlerinde etkinliğini pekiştiriyor!
Çin; Ortadoğu’daki kronik sorunlarda, “yumuşak diplomasi” ve “arabuluculuk” rolüne soyundu!
İktidarın yanlış ve öngörüsüz dış politikası, Türkiye’ye mevzi kaybettirirken, boşluğu ÇİN doldurdu!
Türkiye’yi de kapsayan Suriye’ye insani yardım için uluslararası donörler toplantısında, düş kırıklığı yaşandı!
ABD Dışişleri Bakanlığı’nın 2020 İnsan Hakları Raporu’nda dikkat çeken uyarılar!
ABD-TÜRKİYE Savunma Bakanları’nın ilk resmi temasına, “S-400” gerilimi damga vurdu!
EKONOMİ

15 Nisan’da yapılacak Para Politikası Kurulu toplantısında faiz indirimi ihtimali gözükmüyor.
Türkiye’nin brüt dış borç stoku 450 milyar dolar düzeyine ulaştı!
UNDP, borçlarını geri ödeme riski bulunan dünyadaki 72 ülke arasına Türkiye’yi de dahil etti!
TBMM’ye getirilen 18 maddelik torba yasa teklifinde, kamu alacaklarının elektronik ortamda tahsiline yönelik düzenleme dikkat çekiyor!
19-26 Mart haftasına ait MB verileri, yabancı yatırımcıların hızla Türkiye’den çıktığını gösterdi!

1.İktidarın Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) yönelik köktenci tutum ve söylemleri öne çıkartarak, hızla yitirdiği siyasi ve toplumsal desteği koruyabilmek için yeni mağduriyet arayışlarına girdiği görülüyor. Bu kapsamda AYM’nin kapatılması gündeme taşınmakta, iktidar ittifakının, yargı bağımsızlığı ve hukuk devleti anlayışı ve zihniyeti daha belirgin şekilde ortaya çıkmaktadır!

Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın HDP’ye yönelik olarak açtığı kapatma davasında hazırlanan iddianamedeki tutarsızlıkların, yasa, usul ve şekil noksanlıklarının saptanması ardından 15 üyenin ‘Oy Birliği’ ile iddianamenin iadesi kararını vermesi Cumhur İttifakı ortağı MHP’nin sert tepkisine neden oldu, AYM üyelerini ‘terör destekçisi ve şakşakçısı’ olarak nitelendirdi.

Bu yönetim sisteminin üç yıldan bu yana devlette yarattığı en büyük tahribat ve yıkım devlet kurumlarının işlevsizleştirilmesi, itibarsızlaştırılması, kurumsal varlıklarının ve kimliklerinin önemsizleştirilmesi olmuştur. Bunun en somut örneklerinden birisi Merkez Bankası, diğeri ise TÜİK’tir. Adları ve özerklikleri sadece kâğıt üzerinde kalan düzenleyici, denetleyici kurum ve kurulları da, BDDK, SPK, Rekabet Kurumu, Kamu İhale Kurumu, Enerji Piyasaları Düzenleme ve Denetleme Kurumu vb., bunlara ilave etmek olanaklıdır. Örneğin Kamu İhale Yasası’nın defalarca değiştirilmesiyle Kamu İhale Kurumu işlevsiz hale getirildi.    

Ekonomik kurumsal yapının dışında bu iktidar ve yönetim sisteminin en ağır yıkımına maruz kalan demokratik sistemin bir diğer ayağı ise yargı sistemi ve yüksek yargı (Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay, Sayıştay) organlarıdır. Özellikle bu iktidar döneminde TBMM adına iktidarın mali denetimini, kamu kaynaklarının kullanımını, harcamaların yasalara uygunluğunu ve yerindeliğini denetleyen Sayıştay’ın yasası defalarca değiştirilerek, pek çok kurum ve harcama Sayıştay denetimi çıkartılarak, bu en üst mali denetim ve yargı kuruluşu yok edilmeye çalışılmaktadır. Yargıç atamalarıyla üyelik ve kurumsal yapısı değiştirilip, dönüştürülmeye çalışılan Yargıtay, Danıştay gibi adli ve idari yüksek yargı organları da ağır erozyona uğratıldı.

Anlaşıldığı kadarıyla şimdi sıra, Anayasa Mahkemesi’ne (AYM) gelmiş görünmektedir. Üç ay önce lağvedilmesi istenen AYM’nin şimdi de kapatılmasının ‘öncelikli hedef olduğu’ dile getirilmektedir. Böyle bir talebi dillendirmek bile demokrasiye, adalete, bağımsız yargıya, hukuk devletine inançsızlığın, yasama organı ve yasa düzeniyle TBMM’nin varlığından rahatsız bir zihniyetin dışa vurulmasıdır!

2.AYM’nin kapatılması çağrısının bir başka açıdan yorumu anayasanın ve anayasal demokratik düzenin, yasaların öngördüğü bireysel ve kurumsal hakların,  anayasanın yargı güvencesine aldığı temel vazgeçilmez hak ve özgürlüklerin de lağvedilmesinin istenmesidir. İktidar ittifakının büyük ortağının özlemlerinin, küçük ortağın sözcülüğüyle seslendirilmesidir!

İktidar ittifakının küçük ortağının bugüne kadar dile getirdiği tüm taleplerinin, büyük ortak tarafından anında yerine getirildiği anımsandığında görünürde ve resmiyette olmasa da fiili erk sahibinin, iktidar ve yönetim gücünün küçük ortağın elinde olduğu anlaşılmaktadır.

Somut olaylara bakıldığında;

2017 anayasa değişikliğiyle, anayasa ve yasalara uymayan bir Cumhurbaşkanına anayasa ve yasaların uygun hale getirilmesi,
Cumhurbaşkanı Hükümet Sistemi adı altında dünyada örneği olmayan bir tek kişi yönetimine geçilmesi,
Cumhurbaşkanı ve partisi, erken seçime gitmeyeceklerini, karşı olduklarını açıklamalarına rağmen, bir gün sonrasında 3 Kasım 2019’da yapılacak olan seçimlerin küçük ortağın çağrısıyla öne alınarak 24 Haziran 2018’de erken seçime gidilmesi,
Cumhurbaşkanı ve başında bulunduğu AK Parti defalarca karşı olduklarını beyan etmelerine rağmen, AF VE İNFAZ YASASI çıkartılarak, küçük ortağın cezaevindeki dava arkadaşları ve mafya bozuntularının salıverilmesi,
Seçim ve Siyasi Partiler Yasası’nın değiştirilmesi yönünde küçük ortaktan gelen çağrılar üzerine yasa değişikliği çalışmaları başlatılması,
HDP’nin bir daha açılmamak üzere kapatılması çağrısı üzerine, MHP Büyük Kongresi’nden bir gün önce Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı tarafından kapatma davasının açılması,
İddianamenin AYM tarafından iadesi üzerine bir kez daha AYM’nin kapatılması çağrısının dile getirilmesi,
Ve çoğaltılabilecek daha birçok örnek ‘Küçük ortak ister ve söyler, büyük ortak yapar’ görüntüsünü somutlaştırmakta, iktidarın gerçek sahibinin perde gerisindeki küçük ortak olduğu algısını güçlendirmektedir! 

 3.Boğaziçi öğrencilerinin demokratik protestoları için “KALKIŞMA, DIŞ GÜÇLERİN DARBE HAZIRLIĞI” deyip, hukukçuların, emekli büyükelçilerin, Yargıtay başsavcılarının görüş ve beyanatlarına karşılık, emekli subayların Montrö açıklamasından “DARBE İMASI” yaratma senaryoları da siyasi mağduriyet algısı arayışlarının bir başka örneğidir. Yaşanan ağır ekonomik buhranın üstünü örtme çabasıdır!

Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin tartışma gündemine gelmesi üzerine gerek siyasi partiler gerekse bilim insanları, hukukçular çeşitli açıklamalar yaptılar. 126 Emekli Büyükelçi ortak bir açıklamayla; Montrö’den çekilmenin konuşuluyor olmasının bile Türkiye’nin ulusal egemenlik, bağımsızlık, ulusal çıkarlarına, Karadeniz’in Montrö sayesinde bir ‘barış denizi’ olma olgusuna ve nihayet Mavi Vatan’a ağır zarar vereceğini dile getirdiler. Aynı konuda 103 Emekli Amiral’in açıklama yapması üzerine iktidar ittifakı derhal ‘darbe iması’ iddiasıyla mağduriyet algısı yaratma çabasına girişti. Öncelikle emekli askerlerin darbe yaptığı, dünyanın neresinde görülmüş? Ayrıca bir darbenin kamuoyuna önceden yapılan bir yazılı açıklamayla duyurularak yapıldığı, nerede görülmüş?

İç ve dış politikadaki, hukuk ve yargıdaki, ekonomi ve siyasi alandaki pek çok konuda emekli Yargıtay üyeleri, emekli AYM başkan ve üyeleri, emekli müsteşarlar, vb. açıklama yapıp, yorum ve görüş beyan ediyor da emekli subaylar görüşlerini açıklayınca neden hemen darbe çağrısı oluyor.

Eski Başkan Trump’ın başkanlığı devretmeme, seçimi kaybederse taraftarlarını Washington’da toplanmaya çağırma açıklamaları üzerine ABD ordusunda muvazzaf ve emekli 200 general ve amiral ortak açıklama yaparak, Başkomutanlık görevinin Trump’tan Başkan Yardımcısı Pence’e devredilmesini istedi. Kimse de çıkıp, 200 subay-general-amiral için darbeci demedi.

Emekli subayların Montrö Sözleşmesiyle ilgili olarak yaptığı ortak açıklamadan darbe iması çıkartıp, ortalığı velveleye vermek istemesi, gündem değiştirme, gerçek sorunların üzerini örtme ve buradan mağduriyet yaratarak, toplumsal duyarlılığı tahrik etme çabasıdır. İktidarın küçük ortağı, Boğaziçi öğrencilerinin eylemlerini dış güçlerin darbe hazırlığının parçası olduğunu iddia edip, savcılara, emniyete ve MİT’e ‘arkalarında kimlerin olduğunun ortaya çıkarılması’ çağrısında bulunmuştu. Bugün de emekli subayların Montrö açıklamasını ‘olağanüstü bir durum, kalkışma hazırlığının habercisi, ulusal güvenliğe bağımsızlığa ve demokrasiye tehdit’ olarak nitelendirmesi, akıl tutulmasıdır.

Şimdi iktidarın algı oyunları ve senaryoları kapsamında CB Erdoğan için Ankara’ya dönüşünde havaalanına binlerce araçlık konvoyla karşılamaya gidilmesi, otobüs üzerinde bir konuşma yapması, darbeyi püskürttüklerini ifade etmesi vb. görüntüleri de sergilenebilir. Bu iktidar açısından mağduru oynamanın ve mağdur rolüne bürünmenin sınırı yok, geçmiş örnekleri çok.

Türkiye’de darbeler dönemi kapanmıştır. Böyle bir olasılığın siyaset gündemine taşınarak tartışılması, iktidar sözcülerinin Bakan talimatıyla kamu kuruluşlarının bildiriler yayınlaması, AK Parti’nin olağanüstü toplantı kararları vb. alması tam anlamıyla ortalığı karıştırma, toplumsal korku iklimi yaratarak, abesle iştigalden siyasi mağduriyet yaratma gayretleridir!

4.Karadeniz’de Rusya ile Ukrayna arasındaki gerilim tırmanıyor. ABD, Ukrayna’ya destek açıklaması yaparken, Rusya Donbas’ta başlayacak olası bir çatışmanın çok şiddetli sonuçlarının olacağını, Ukrayna’nın bundan büyük zarar göreceğini açıkladı. Rusya’nın Suriye’de İdlib ve TSK kontrolündeki diğer bölgelerde füze saldırılarını artırması, Rus devlet medyasında Ukrayna’ya SİHA satışı yapan Türkiye’ye “UYARI MESAJI” olarak dile getiriliyor.

Rusya’nın Kırım’ı ilhakı ve ardından Rusya-Ukrayna sınırında Rusya’ya katılma yanlılarının etkin olduğu Ukrayna’nın Donbas bölgesinde tansiyonun yükselmesi yeni bir Rusya-Ukrayna çatışması ihtimalini tırmandırıyor. Ukrayna son dönemde Türkiye’den SİHA alımlarını artırdı. Rusya bu durumdan hoşnutsuzluğunu çeşitli resmi açıklamalarla zaman zaman dile getirdi. Türkiye, bunun ticari bir ilişki ve satış olduğunu söylüyor. Aynı zamanda Türkiye, Kırım’ı da Ukrayna toprağı olarak gördüğünü ve ilhakı tanımadığını daha önce açıklamıştı. Dolayısıyla Karadeniz bölgesinde Kırım konusunda Türkiye ve Rusya farklı saflarda yer alıyor.

ABD ve AB ise Ukrayna’yı desteklerken Kırım’ın ilhakı nedeniyle Rusya’ya yaptırım uyguluyor. Ukrayna’nın NATO’ya üye alınması gündeme getirilirken, Rusya batılı ülkeleri ve NATO’yu sınırlarında NATO askeri varlığını güvenliğine tehdit sayacağını açıklamıştı. Pentagon açıklamasında ise “Doğu Ukrayna'daki Rus saldırganlığının son zamanlarda tırmanması sonrasında, Avrupa'daki ABD kuvvetlerinin alarm durumlarının yükseltildiği” dile getirilmişti. Bu gelişmelerin hemen sonrasında ABD Genelkurmay Başkanı Mark Milley de Rus ve Ukraynalı meslektaşları Valery Gerasimov ve Ruslan Komçak ile görüşerek, tansiyonun düşürülmesi çağrısında bulundu.

Rusya Donbas’ı Ukrayna toprağı olarak görüyor ve bugüne kadar bu bölgede ayrılıkçıların, Rusya’ya katılma yanlılarının bu taleplerine olumlu bir karşılık vermedi. 2015’te Donbas’ta Ukrayna ordusu ile Rusya yanlısı ayrılıkçılar arasında oldukça şiddetli çatışmalar yaşandı. Ardından da 13 maddelik Minsk protokolü imzalanarak ateşkes sağlandı. Ukrayna yönetimi anlaşıldığı kadarıyla ABD ve AB’den destek geleceğini düşünerek Donbas ve Kırım’da Rusya ile gerilimi tırmandırma siyasetine yöneldi. Ancak bu gerilim stratejisinin Ukrayna lehine sonuç vermesi mevcut konjonktürde oldukça güç görünüyor. 

Kanımca;

Kırım ya da Donbas için ABD ve NATO, Rusya ile karşı karşıya gelmeyi, Ukrayna’nın yanında çatışmaya girmesi, Avrupa’da yeni bir savaş cephesi açmayı düşünmeyecektir.
Ukrayna’ya sözlü, parasal ve finansal destek sağlayabilirler ancak böyle bir durumda Ukrayna ordusunun Rusya karşısında uzun süre dayanması söz konusu olamaz ve Kiev yönetimi Kırım’dan sonra kısa süre içersinde Donbas’ı da kaybedebilir ve bu da Ukrayna için askeri, siyasi ve toprak kaybı açısından ciddi bir yıkım olabilir.
Süreç bir sıcak çatışmaya dönüştüğünde NATO üyesi olmayı arzulayan ancak henüz böyle bir pozisyonu olmayan Ukrayna, Rusya karşısında yalnız kalabilir ve bu da Donbas’ın kısa sürede Rusya’ya ilhakını beraberinde getirir.
Bu arada Rus devlet medyasında, Rusya Savunma Bakanlığı yetkililerine atfen verilen haberlerde Türkiye’nin Ukrayna ordusuna son geliştirilmiş SİHA satışlarının rahatsızlık yarattığı, Rusya’nın bu rahatsızlığını Suriye’nin TSK kontrolündeki İdlib, Cerablus, El Bab gibi bölgelerinde roket ve füze saldırılarını artırarak gösterdiği öne sürülüyor. Türkiye’nin Ukrayna’dan yana tavrının sürmesi durumunda daha farklı mesajların da verileceğini içeren haber ve yorumlar Rus devlet medyasında öne çıkıyor.

İktidarın Karadeniz’de, kuzeyimizdeki bu gerilime müdahil olmamasının, Türkiye’yi taraf haline getirmemesinin doğru bir diplomasi olacağını öngörmekteyim. Aksi halde Ukrayna’nın yanında Rusya’ya karşı bir tutum takınılmasının, Suriye’de, İdlib’te, PYD-YPG kontrolündeki Kuzey Suriye’de, TSK-ÖSO kontrolündeki bölgelerde ve Libya’da Rusya’nın sergileyeceği tavır ve saldırılarını artırması, İDLİB’TEN MÜLTECİ AKINI BAŞTA OLMAK ÜZERE, sahada farklı yansımaları söz konusu olacaktır!

5.Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi’nin Ankara’yı da kapsayan Ortadoğu başkentlerine yönelik ziyaret turu ve yapılan açıklamalar, imzalanan anlaşmalar, Rusya’dan sonra Çin’in de bölgede ekonomik, siyasi ve askeri ağırlık koyma planları yaptığını gösterdi. Türkiye’nin çok sayıda bölge ülkesiyle ağırlığını ve önemli mevzileri yitirdiği bir süreçte Çin, 5 hedefli bir planla Ortadoğu başkentlerinde etkinliğini pekiştiriyor!

ABD’nin Ortadoğu’daki yeni rakibi olmaya hazırlanan Çin, bölge ülkelerine yönelik ciddi bir hamle başlattı. Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi’nin bir haftalık Ortadoğu turunda verilen mesajlar, yakın dönemde Çin’in bu bölgede ağırlığını koyacağını, çok önemli bir aktör haline geleceğini gösterdi. Rusya’nın da Libya, Suriye, Suudi Arabistan, Mısır, Körfez ülkeleriyle yakın diyalog halinde olduğunu, Suriye ve Libya’daki askeri varlığı Suriye’deki kara-deniz-hava üsleriyle bölgeye yerleştiğini dikkate aldığımızda uluslararası pek çok sorunda işbirliği halinde olan Çin ve Rusya’nın Ortadoğu için de ortak bir stratejiyle etkinliklerini artıracaklarını öngörmekteyim.

Uygur Türkleri’ne yönelik asimilasyon politikaları, Hong Kong’taki uygulamaları nedeniyle ABD ve AB tarafından insan hakları, anti demokratik uygulamalar konusunda uluslararası alanda sıkıştırılan, yaptırım kararlarına maruz kalan Çin, ABD ve AB ile benzer sorunlar yaşayan Ortadoğu ülkeleriyle bu açıdan da çok daha rahat ilişki kurup, geliştirebiliyor.

ABD ile S-400, F-35, Halkbank davası, Kuzey Suriye’de PYD-YPG-PKK ile mücadele gibi sorunlar yaşayan ve ABD’den sürekli şekilde insan hakları, demokrasi, hukuk devleti, basın özgürlüğü uyarılarına ve yaptırım tehditlerine maruz kalan Türkiye açısından Çinli bakanla görüşme gündeminde insan hakları konusu yer almadı.

İktidar, Uygur Türkleri konusunu gündeme getirmeksizin, Çin’den korona aşısı, yatırım, kredi beklentilerini dile getirdi. Çin Dışişleri Bakanı Türkiye’ye Çinli şirketlerin daha fazla yatırım yapacaklarını, aşının en kısa sürede gönderileceğini, kredi konusunda da destek sağlanacağını vaat etti. Ziyaretle eş zamanlı olarak Çinli Xiaomi, parçaları Çin’den ithal montaj cep telefonu fabrikasını faaliyete geçirdi. Çin’in diğer GSM markaları Oppo, Tecno gibi markalar da cep telefonu montaj tesislerini yakında devreye alacak.

Çinli bakanın ziyaretinin hemen ardından Ziraat Bankası’nın Çin’den 400 milyon dolar kredi sağladığı açıklandı.
Wang Yi’nin Ortadoğu turunun zirve noktasını İran ile imzalanan 25 yıl süreli 400 milyar dolarlık stratejik-ekonomik işbirliği ve yatırım anlaşması oluşturdu. ABD yaptırımları nedeniyle yıllardır dış yatırım alamayan, petrol gelirleri bloke edilen, temel ihtiyaçların karşılanmasında sıkıntılar yaşayan İran açısından 400 milyar dolarlık bu anlaşma olağanüstü bir hamle anlamına geliyor. İran 400 milyar dolarlık yatırım karşılığında Çin’e aynı tutarda petrolü indirimli fiyattan satmak için uzun vadeli petrol satışı anlaşması yaptı.

Nitekim İran-Çin Anlaşmasının uluslararası yansıması hemen etkisini gösterdi ve İran ile Nükleer anlaşma görüşmelerinin bu hafta Viyana’da yeniden başlayacağı açıklandı. ABD doğrudan masaya oturmayacak ancak BM Güvenlik Konseyi üyeleri Rusya, Çin, İngiltere, Fransa ve AB adına da Almanya İran ile masada olacak. ABD’yi de dolaylı olarak batılı ülkeler temsil edecek. Trump’ın ABD’nin imzasını çektiği Nükleer Anlaşmanın yeniden işlerlik kazanmasıyla İran yaptırımların etkisinden kurtulma olanağına kavuşacak. Burada da en büyük destekçileri yine Çin ve Rusya olacak.

Bu anlaşma ile İran, ABD karşısında daha fazla koz elde ederek, elini önemli ölçüde güçlendirmiş oldu. Ayrıntıları açıklanmayan anlaşmanın askeri boyutunun da olduğu kaydediliyor. Bütün bunlar Çin ordusunun da İran üzerinden Ortadoğu’ya ve Körfez bölgesine yerleşmesi anlamına da geliyor.

6.Çin Komünist Partisi'nin resmi yayın organı Halkın Günlüğü ve uluslararası versiyonu China Daily, Dışişleri Bakanı Wang Yi’nin Ortadoğu turunun beş hedefi olduğunu, bu plan çerçevesinde bölgedeki ekonomik kalkınma, teknoloji ve yatırım hamlelerine katkı yanında, bölge ülkeleri arasındaki kronik sorunların çözümüne de katkı sağlamayı ve arabuluculuk yapmayı öngördüğünü duyurdu.

Çin yönetiminin resmi yayın organı tarafından duyurulan ve Bakan Wang’ın yaptığı açıklamalarda dile getirdiği Ortadoğu’da Çözüm, Barış ve İstikrar Stratejik Planı’nın ana hatları şöyle sıralanıyor:

İRAN İLE SUUDİ ARABİSTAN VE KÖRFEZ ÜLKELERİ ARASINDA SORUNLARIN ÇÖZÜMÜNE KATKI VE ARABULUCULUK: Bölge ülkelerinin birbirleriyle ve üçüncü ülkelerle olan ilişkilerinde karşılıklı saygıya riayet etmek… İçişlerine karışmamak, ülkelerin uyguladıkları siyasi ve ekonomik modellere saygılı biçimde ilişkileri yürütmek… İç savaşın sürdüğü Libya ve Suriye’de dış müdahalelerden uzak durularak, ülke halklarının kendi kaderini tayin etmesine olanak sağlayıp, zemin yaratmak.
FİLİSTİN-İSRAİL ANLAŞMAZLIĞINDA ARABULUCULUK: Filistin sorunu başta olmak üzere, bölgede yıllardır süren sorunlarda adalet ve eşitlik öncelikli bir tutumu tüm tarafların benimsemesi ve savunması. Çin uygun tarafların görmesi halinde Filistin sorununda İsrail-Filistin arasında tarafsız arabulucu olmaya hazır.
İRAN İLE ABD VE 5+1 ARASINDA NÜKLEER ANLAŞMA’YI YENİDEN HAYATA GEÇİRME GİRİŞİMLERİ İÇİN DİYALOGA ARACILIK: Nükleer tehdidin yaygınlaşmasını önleme konusunda Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi üyesi olan Çin, İran ile yaşanan Nükleer sorunda ve yürütülen Nükleer müzakerelerde arabuluculuk yapmaya, Ortadoğu’nun nükleer silahlardan arındırılmasına katkı vermeye hazırdır.
ORTA DOĞU'DA GÜVENLİK VE İSTİKRARIN SAĞLANMASI: Çin, bölgenin ve bölge ülkelerinin ortak güvenliği, aradaki sorunların barışçıl uzlaşma ve diplomasi yoluyla çözümü için İran ve Arap ülkelerinin, Körfez ülkelerinin katılımıyla düzenlenecek çok taraflı ve geniş katılımlı uluslararası diyalog konferansına ev sahipliği yapmaya hazırdır.
KUŞAK VE YOL PROJESİ KAPSAMINDA YATIRIMLARIN HAYATA GEÇİRİLMESİ: Çin, tüm bölge ülkeleriyle yatırımları hayata geçirmek, finansman sağlamak, projeleri üstlenmek ve ortaklaşa yürütmek üzere Çin-Arap Ülkeleri zirvesinin Pekin’de yapılmasını, Çin ile Körfez İşbirliği Konseyi üyesi ülkeler arasında Serbest Ticaret Anlaşması imzalamayı önermektedir.
Çin, halen dünyanın en önemli ticaret ve petrol sevkiyatı yollarından birisi olan Kızıldeniz üzerindeki Cibuti’de bir askeri üsse sahip… Çin ordusunun ülke dışındaki bu ilk askeri üssü 2017 yılında Cibuti ile yapılan askeri işbirliği anlaşmasıyla kuruldu.

Şimdi Çin’in İran ile 25 yıllık stratejik-ekonomik ve yatırım işbirliği anlaşması imzalaması, Körfez ülkeleriyle ticari-ekonomik ilişkileri geliştirme yönünde anlaşmalarla dev adımlar atması, beraberinde bölgede askeri etkinliğini de getirecektir. Yakın dönemde Çin Ordusu’nun bölgedeki petrol sevkiyatının stratejik yolları arasında yer alan HÜRMÜZ BOĞAZI VE BASRA KÖRFEZİNİ KONTROL EDECEK, petrol sevkiyatını güvenceye alacak ÜS ANLAŞMALARI YAPMASI, şaşırtıcı olmayacaktır.

7.ÇİN-ABD rekabeti ağırlık merkezini Pasifik Bölgesi’ne kaydırırken, iktidarın izlediği yanlış ve öngörüsüz dış politikanın Türkiye’nin bölgesel güç olma hedefini nasıl sekteye uğrattığını, Türkiye’yi nasıl yalnızlığa ittiğini ve dışladığını görmek olanaklı. Çinli Bakan’ın bölge ülkeleri turunda ortaya koyduğu beş hedefli plan stratejisinin ANA AKTÖRÜ bir dönem TÜRKİYE idi, şimdi ülkemizde 5 milyona yakın mülteci ile baş başa kaldık!

Suriye ile vizesiz seyahat, ortak bakanlar kurulu toplantısı, ortak baraj inşaatı karşılıklı ticaret ve yatırımın olağanüstü boyutlara ulaştığı süreçlerden Emevi Camisi’nde namaz kılma hevesiyle iç savaşın tarafı haline geldik. Milyonlarca mültecinin barınağı olduk.
Suriye-İsrail, İsrail-Filistin arasındaki anlaşmazlıklarda arabulucu konumunda iken şu anda Suriye ve İsrail ile diplomatik ilişkilerimiz yıllardır kesilmiş durumda.
Arap Baharı sonrasında Mısır ile ilişkiler en üst düzeye ulaşmış durumda iken Sisi darbesi ve Mısır’ın iç siyasetine müdahale, taraftarlık politikası ile 2013’ten bu yana ilişkilerimiz kesildi. AB ile Mısır’daki Sisi yönetimi arasında Kahire’de işbirliği konferansı düzenlenirken bu konferansa en sert tepkiyi Türkiye gösterdi. Trump, Sisi’yi Beyaz Saray’da ağırlarken, Cumhurbaşkanı Erdoğan BM zirvesinde Trump’ın liderlere verdiği yemekte Sisi var diye masaya oturmadı. Şimdi ise iktidar Mısır ile ilişkileri düzeltmenin arayışına düştü.
Doğu Akdeniz’de Yunanistan, G. Kıbrıs, İsrail, Mısır işbirliği ilerlerken, Yunan ve Mısır Hava Kuvvetleri Komutanları birlikte Yunan hava kuvvetlerine ait savaş jetini kullanarak Ege üzerinde uçuyor. Bu işbirliğine Atina’daki Dostluk Forumu ile Irak, Ürdün, Suudi Arabistan, BAE katılıyor. BAE ve Suudi Arabistan, Yunanistan ile ortak tatbikat yapıyor.
Körfez ülkeleriyle siyasi ve ekonomik ilişkiler en üst düzeyde iken, Suudi Kralına devlet nişanı verilirken, BAE ve Bahreyn ile altın ticareti tavan yaparken, Körfez ülkelerinin aralarındaki anlaşmazlıkta Katar sevdasıyla taraf olunca Körfez bölgesinde Katar dışında herkesle kavgalı hale geldik.
Libya’da Kaddafi’nin elinden ödül aldıktan sonra, Kaddafi’nin devrilmesine, linç edilmesine destek verip, Libya iç savaşında taraf olundu.
Tüm bu yanlış adımlar, BOP Eş Başkanlığı ve Yeni Osmanlıcılık hevesleriyle Türkiye’nin bölgedeki ve dünyadaki saygınlığı, güvenilirliği yok edildi. Türkiye dışlandı ve yalnızlaştırıldı. Şimdi Çin; ekonomik, finansal, siyasi ve askeri gücüyle, Türkiye’nin dışlanıp, mecburen boşalttığı tüm bu alanlara, bölge ülkelerinde yitirilen mevzilerdeki yerlere talip! Hem bölgedeki krizlerin çözümünde arabuluculuk peşinde hem de tüm bölge ülkeleriyle ekonomik-ticari ilişkilerini en üst düzeye çıkartma anlaşmalarını art arda imzalıyor.

8.BM ve AB girişimiyle gerçekleştirilen Suriye’ye insani yardım için uluslararası donörler toplantısında, uluslararası toplumun ve sorundan en çok yakınan ülkelerin duyarsızlığı ortaya çıktı. En fazla mülteciye ev sahipliği yapan Türkiye’nin de aralarında yer aldığı beş ülke için 5,8 milyar dolar olmak üzere en az 10 milyar dolar destek sağlanmasını hedefleyen BM, yapılan bağışların 6,4 milyar dolarla beklentilerin altında kaldığını açıkladı!

2011 yılında başlayan iç savaşın 10’uncu yılına girdiği Suriye'ye ve ülkelerini terk etmek zorunda kalan 13 milyondan fazla Suriyeli mülteciye yardım amaçlı düzenlenen uluslararası donörler toplantısında taahhüt edilen yardımların tutarı 6 milyar 400 milyon dolar oldu. Toplantıdan en az 10 milyar dolarlık bağış bekleyen Birleşmiş Milletler (BM), sonucun hayal kırıklığı olduğunu duyurdu. BM, bağışçılar toplantısına katılacak ülkelere çağrıda bulunarak, 13 milyondan fazla Suriyeli için asgari 10 milyar dolar insani yardıma ihtiyaç olduğunu toplantı öncesinde açıklamıştı.

BM ve AB organizasyonunda gerçekleştirilen çevrim içi konferansın ardından Avrupa Birliği (AB) tarafından yapılan açıklamada Suriye'deki insani krizin aşılması için 1 milyar 700 milyon euro yardım taahhüdü veren Almanya’nın, en fazla destek sağlayan ülke olduğu belirtildi. ABD 600 milyon dolar, İngiltere de 281 milyon dolar yardım taahhüdünde bulundu. AB Komisyonu Dış İlişkiler ve Güvenlik Yüksek Temsilcisi Josep Borrell ise AB’nin 2021 ve 2022 yılları için AB’nin ortak kasasından her yıl için 560'ar milyon euro yardım taahhüt ettiğini duyurdu. AB Komisyonu'nun Kriz Yönetimi'nden Sorumlu Üyesi Janez Lenarcic, toplanan 6,4 milyar dolarlık yardımın 4 milyar 400 milyon dolarının 2021 yılı için öngörüldüğünü, kalan 2 milyar doların ise 2022'de kullanılacağını belirtti. AB açıklamasında, konferansta uluslararası finans kuruluşlarının da 7 milyar dolar tutarında düşük faizli kredi sağlama sözü verdiği kaydedildi. Suriyelilere insani yardım amaçlı bağışçılar toplantısına 50 ülkeden hükümet temsilcileri, kurumsal katılımcılar ve finans kuruluşları olmak üzere 77 temsilci katıldı. 2020 yılında yapılan Suriyelilere insani yardım konferansında katılımcıların taahhütleri 6 milyar 900 milyon dolar olurken, bu yıl 500 milyon dolar daha az yardım sağlanabildi.

BM ile işbirliği halinde çalışan uluslararası insani yardım kuruluşu Oxfam, taahhüt edilen yardım miktarının beklentilerin çok altında kaldığını ve hayal kırıklığı yarattığını dile getirerek bağışçıların 10 yıldır devam eden iç savaşta hayatları altüst olan milyonlarca Suriyelinin sesini duymadığını belirtti.

BM’nin Suriye iç savaşının 10’uncu yılına girmesi çerçevesinde hazırladığı ve bağışçılar toplantısına da sunulan çalışmada dile getirilen tespitlere göre;

ABD’nin geçtiğimiz yıl Haziran ayında uygulamaya koyduğu Sezar Yaptırımları ile Suriye’deki insani durum daha da ağırlaştı.
Suriye nüfusunun yaklaşık yüzde 60'ının açlık çektiği, gıda maddelerine erişimin ve bulunmasının zorlaştığı, yüzde 90'ın yoksulluk içinde olduğu, eğitim çağındaki 2,4 milyon çocuğun okula gidemediği, belirtiliyor.
Beşar Esad yönetiminin ülkenin yeniden imarını finanse edecek mali kaynağa sahip olmadığı, Suriye’nin enerji tesislerinin, elektrik ve sulama barajlarının, kentlerin altyapısının tahrip olduğu vurgulanıyor.
Suriye iç savaşının başladığı 2011 yılından beri 388 bini aşkın kişi yaşamını yitirdi. Ülke içinde 6,7 milyon kişi yer değiştirmek, yaşadıkları kentleri ve evlerini terk etmek zorunda kalırken, 6,6 milyon kişi yurt dışına kaçtı. Yurt dışına kaçan Suriyelilerin 5,6 milyonu Türkiye, Lübnan ve Ürdün gibi komşu ülkelerde bulunuyor. Türkiye, 3,6 milyon kişiyle en fazla Suriyeliyi barındırıyor.

9.ABD Başkanı Joe Biden’ın göreve gelmesinden sonra Dışişleri ve Savunma Bakanları düzeyinde gerçekleşen ilk resmi temaslarda ABD, “İNSAN HAKLARI VE DEMOKRASİ” vurgusunu öne çıkarttı. ABD Dışişleri Bakanlığı’nın her yıl yayınladığı İnsan Hakları Uygulamaları Raporu’nda da Türkiye’ye yönelik olarak oldukça sert ifadeler ve eleştiriler yer aldı. Raporda Türkiye’nin ağır ve önemli insan hakları sorunları bulunduğu belirtildi.  

ABD Dışişleri Bakanlığı’nın her yıl tüm ülkeler için hazırladığı İnsan Hakları Uygulamaları Raporu’nda, Türkiye için sert ifadelere yer verilirken, hak ihlallerinin olağanüstü boyutlara ulaştığı öne sürülüyor. ‘Keyfi Cinayetler’ başlığı altında gözaltındaki kişilerin şüpheli şekilde ölümlerine, zorla kaybetmelere, sivillerin kaçırılmasına ve gözaltında kaybedilmelerine dikkat çekilirken, işkence iddialarına yer veriliyor. Muhalefete mensup politikacılar ve eski milletvekillerinin, avukat, gazeteci, akademisyenler, insan hakları aktivistleri ve ABD Misyonu çalışanları da dahil olmak üzere on binlerce kişinin "terörist" gruplarla bağlantılı oldukları veya barışçıl yasal konuşmalar yaptıkları gerekçesiyle keyfi olarak tutuklandıkları, geniş çaplı gözaltıların uygulandığı, seçilmiş görevliler, belediye başkanları da dahil olmak üzere siyasi mahkumların sayısının hızla arttığı savunuluyor. Muhalif gazetecilere yönelik şiddet, saldırı ve tehditler de dahil olmak üzere, yargı bağımsızlığı, ifade özgürlüğü, basın ve internet üzerindeki ciddi kısıtlamaların olağanüstü boyutlara ulaştığı, dile getiriliyor.

Kadınlara yönelik şiddet ve cinayetlerin arttığının ifade edildiği raporda, LGBTİ bireylere diğer azınlık üyelerine yönelik şiddetin yaygınlaştığı görüşlerine yönelik tespitler yer alıyor. Sivil ve siyasi makamların, kolluk kuvvetleri üzerinde etkili biçimde kontrollerini sürdürdüğü, ancak rüşvet, suistimal ve yolsuzluğu soruşturma ve cezalandırma mekanizmalarının yetersiz kaldığına dikkat çekiliyor. 2016 darbe teşebbüsü sonrasındaki tutuklamalar, yargılamalar, kamudaki, yargıdaki, bürokrasi ve üniversitelerdeki tasfiyeler rakamlarla sıralanırken, 2018’de kabul edilen terörle mücadele mevzuatı değişiklikleriyle temel özgürlüklerde önemli kısıtlamalara gidildiği öne sürülüyor. PKK’nın terör örgütü olarak tanımlandığı raporda, PKK ile çatışmaların ve PKK’nın terör saldırılarının önceki yıllara göre azaldığı, daha düşük düzeyde kaldığı belirtiliyor.

Biden’ın başkanlığa gelmesinden hemen sonra yeni Dışişleri Bakanı Antony Blinken’ın başında olduğu ABD Dışişleri Bakanlığı’nın İnsan Hakları Uygulamaları Raporu’nda Türkiye’ye oldukça geniş yer verilmesi, ağır eleştiri ve tespitlerde bulunulması, ikili ilişkilerde diğer başlıkların yanında insan hakları, demokrasi, temel hak ve özgürlüklerin de kritik bir başlık olacağını gösteriyor. 

ABD medyasına Beyaz Saray kaynaklarından yansıtılan bilgiler Demokrasi Zirvesi’nin Eylül ayında toplanmasının planlandığı, toplantıya davet edilecek ülkelerden; ‘İnsan haklarını koruma, yolsuzlukla ödünsüz mücadele etme, demokrasiyi geliştirip ilerletme konularında içerideki ve uluslararası alandaki yükümlülüklerini yerine getirme taahhüdünde bulunmalarının isteneceği’ belirtiliyor. Bu konuda Biden ekibinin iki seçenek üzerinde çalıştığı, ya davet edilecek ülkelere toplantıya katılmadan önce bu taahhütleri imzalamaları koşuluyla toplantıda yer alabilecekleri ya da toplantıda kabul edilecek bu konuları içeren taahhütnameyi zirve sonunda imzalamalarının talep edileceği kaydediliyor. Zirve sonrasında taahhütlerin yerine getirilip getirilmediği konusunda da bir izleme komitesinin oluşturularak imzacı ülkelerle ilgili düzenli şekilde rapor tutulacağı yansıyan bilgiler arasında.

Demokrasi Zirvesi’ne ‘Kurumsallaşmış Demokrasiler’ yanında yakında zamanda demokrasiye geçmiş bazı ülkeler de davet edilecek. ABD Dışişleri Bakanlığı’nın İnsan Hakları Raporu’ndaki değerlendirmeler Türkiye’nin Demokrasi Zirvesi’ne davet edilmesi konusunda Biden yönetiminin tavrının ne olacağını gösteriyor. ABD’nin insan hakları, temel haklar ve özürlükler vb. konularda Türkiye’nin somut adımlar atmasını istediği ve beklediği raporda yer verilen eleştirilerden açık şekilde anlaşılıyor!

10.ABD’nin yeni yönetimiyle üst düzey temaslar arasına Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’ın ABD Savunma Bakanı Lloyd Austin ile görüşmesi de eklendi. Yunanistan ve Türkiye Savunma Bakanlarıyla aynı gün görüşen ABD’li Bakan S-400’lerin kırımızı çizgi olduğunu söylerken, Türkiye’nin bir an önce bundan kurtulması talebini iletti.  Görüşmede bölgesel ve ikili ilişkilerin de ele alındığı açıklandı.

ABD Başkanı Biden’ın henüz aramadığı CB Erdoğan ile bu hafta görüşebileceği yönünde iddialar dile getirilirken, Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar ile ABD Savunma Bakanı Lloyd Austin arasında geçen hafta bir telefon görüşmesi oldu.

Türkiye ile ABD arasında; S-400, F-35, Kuzey Suriye’deki gelişmeler, Libya’daki son durum, Irak’ta sınır ötesi operasyonlar, Türkiye’nin Rusya ile yakın ilişkileri, önemli sorunlu alanlar olarak ortada duruyor. S-400’ler konusu aynı zamanda yaptırımlara da bağlandı. ABD tarafı Türkiye’den S-400’lerden vazgeçmesini isterken iktidarın yaklaşımı ise bu işin artık bittiği, sistemin Türkiye’nin hava savunma güvenliğinde gerekli olduğu için alındığı yönünde. Yaklaşık üç yıl geçmesine karşılık henüz aktifleştirilmeyen, hangarda duran S-400’ler için kısa süre önce MSB Hulusi Akar, Girit Modeli yöntemini yani Yunanistan’ın Rusya’dan alınan S-300’leri Girit’te bir depoda tutmasını, gündeme getirmişti. Türkiye, S-400’lerin F-35’ler ve NATO savunması için bir tehdit olmadığı, gerekirse bu konuda müzakere masasına oturabileceğini dile getirmesine karşılık, müzakere önerisine ABD ve NATO olumlu yaklaşım göstermedi.

ABD Savunma Bakanlığı Pentagon’dan yapılan yazılı açıklamada; Austin’in Türk-Amerikan ikili savunma ilişkilerine ve NATO çatısı altındaki müşterek güvenliğe olan bağlılığın altını çizmek için Milli Savunma Bakanı Akar ile telefonda görüştüğü dile getirildi. Türkiye’nin Afganistan’daki Kararlı Destek Misyonu kapsamında oynadığı önemli rol ve devam eden barış sürecine desteğinden dolayı Akar’a teşekkür ettiği belirtildi. İki bakanın Doğu Akdeniz’de gerilimlerin azaltılması çabalarını görüştüğü, Austin’in, NATO müttefikleri Türkiye ve Yunanistan arasında süren istikşafi görüşmelerden ve iki hükümetin bu sürece bağlılığından duyduğu memnuniyeti dile getirdiği kaydedildi. Austin ve Akar’ın, ‘Rusya’nın yarattığı zorluklar da dahil olmak üzere, NATO’nun doğu ve güney cepheleri boyunca yaşanan istikrarsızlıkları’ ele aldığı vurgulandı.

Görüşmeye ilişkin olarak Milli Savunma Bakanlığı’ndan yapılan açıklamada ise iki bakanın görüşmede bölgesel güvenlik ve ikili savunma işbirliği konularında görüş alışverişinde bulunduğu belirtildi.

Gerek ABD’li Bakan Austin’in görüşmeye ilişkin yaptığı açıklamada gerekse Pentagon sözcüsünün görüşmede S-400’ler konusunda ABD’nin tavrına yönelik açıklamasında ısrarla Türkiye’den S-400’lerden bir şekilde kurtulmasının istendiği anlaşılıyor. Buna karşılık Rusya’dan gelen açıklamalarda ise Türkiye ile ikinci parti S-400 satışı konusu öne çıkartılıyor. İktidarın Biden yönetiminin ‘S-400’den vazgeç, yaptırımları genişletiriz’ tavrıyla, Putin’in ‘İkinci S-400 hazır satın alın’ baskısı altında olduğu, sıkışık bir tablonun yaşandığı görülüyor.

Biden-Erdoğan telefon görüşmesinin gerçekleşmesi durumunda, ABD Başkanının muhtemelen daha ileri düzeyde ifadelerle S-400’lerden vazgeçilmesini istemesi, aksi durumda CAATSA yaptırımlarının daha da genişletileceğini iletmesi yanında, insan hakları ve demokrasi alanındaki eleştirilerini yüksek dozda dile getireceğini bugünden öngörmekteyim.

11.MB Başkanı Şahap Kavcıoğlu, 89. Olağan Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada ve ardından yatırımcılarla bir araya geldiği telekonferans görüşmesinde sıkı parasal duruşun sürdürüleceğini, gerekirse ek sıkılaştırmaya gidileceğini ifade etti.  Bu durumda 15 Nisan’da yapılacak Para Politikası Kurulu toplantısında faiz indirimi ihtimali gözükmüyor.

MB Başkanı Şahap Kavcıoğlu, MB 89. Olağan Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada iç ve dış piyasalara şu taahhütlerde bulundu:

Politika faizini, enflasyonun üstünde tutmaya devam edeceğiz.
Politika kararlarımızı veri odaklı alacağız.
Bir hafta vadeli repo faiz oranı, para politikamızın temel aracı olmaya devam edecek.
2023’te tek haneli, yüzde 5 enflasyon hedefine bağlıyız.
TL'yi değerli hale getirip, itibarını sağlayacağız.
Anlaşıldığı kadarıyla şayet CB Erdoğan’ın ‘faizleri indir’ baskısına karşı durabilirse, Başkan Kavcıoğlu’nun 15 Nisan’daki Para Politikası Kurulu (PPK) toplantısından faiz indirimi kararı çıkması söz konusu değil. Enflasyonun üzerinde faiz vermeye devam edileceği taahhüdü dikkate alındığında ve mevcut şartlarda enflasyonun yükselmeye devam edeceği gözlenirken, uzunca bir süre de faiz indirimi gündeme gelmeyecek. O halde MB’deki bu başkan değişikliğinin amacı neydi sorusunun yanıtı olarak karşımıza, iktidarın MB bilançosunu, kaynaklarını, parasal varlıklarını dilediğince kullanmak arzusu çıkıyor.

Bir yandan MB politika faizi enflasyon üzerinde tutulmaya devam ederken, diğer yandan da MB’nin KOBİ’lere, yatırımcılara daha düşük ikincil bir faizle uzun vadeli kaynak kullandırmasının mümkün olabileceği, bu yönde gerek MB’nin doğrudan gerekse kamu bankalarına, kamu yatırım bankalarına bu amaçla aktaracağı düşük faizli kaynakların kullanılabileceği dile getiriliyor.

MB bilançosu ve kaynaklarının uygulanan politika faizi dışında daha düşük bir fonlama faiziyle kamu bankalarına aktarılması, hatta bazı özel bankalara da yatırım finansmanı amaçlı kullandırılması mümkün. Daha önce de eski Bakan Albayrak ve eski başkan Murat Uysal döneminde benzer uygulamalar yapıldı. Ancak daha önce yapılan benzer uygulama denemeleri en fazla 2-3 ay sürdürülebildi. Kredi bolluğu ve düşük faizli kredilerin bir bölümü döviz ve altın alımına giderken, ekonomiyi canlandırma adına kullandırılan krediler aksine enflasyonu besledi ve canlandırdı. Tekrar parasal sıkılaştırmaya dönüldü.

Merkez Bankası politikalarına ve söylemlerine güvenin dibe vurduğu bir süreçte bir yandan enflasyonun üzerinde faiz vaadinde bulunup, MB’nin tek politika faizinin haftalık repo ihale faizi olacağını söyleyip, ardından arka kapı yöntemleriyle ikili faiz ve kredi bollaştırma politikaları el altından devreye sokulursa, bu tümüyle çöküşü tetikler!

12.2020 yılsonu itibarıyla dış borç stoku verileri Hazine ve Maliye Bakanlığı tarafından açıklandı. Türkiye’nin brüt dış borç stoku ikinci kez 450 milyar dolar düzeyine ulaştı. Toplam borç stoku 2017’de 454,4 milyar dolarla en yüksek seviyesine ulaşmıştı. Aradan geçen dört yılın ardından dış borç stokunun milli gelire oranı yüzde 62,8 düzeyine çıkarak tüm zamanların rekorunu kırdı!

2020 yılsonu itibarıyla brüt dış borç stoku 450 milyar dolar olurken, MB ve bankaları dış borcu ile net dış varlıkları düşüldükten sonra ortaya çıkan net dış borç stoku ise 268,9 milyar dolar tutarında gerçekleşti. Dış borç stokunun GSYH’ya oranı açısından 2020 yılında tüm zamanların rekoru kırıldı. 2017 yılında 454,4 milyar dolarlık tutarın GSYH’ya oranı yüzde 52,9 iken, aradan geçen dört yılda Türkiye ekonomisi, hem GSYH bazında küçüldüğü hem de milli gelirdeki düşüşle yoksullaşma arttığı için borç stokunun GSYH’ya oranı da 10 puan artarak yüzde 62,8 seviyesine yükseldi. 2008-2009 Küresel-Finansal krizinden sonra küresel piyasalarda dövizin bollaşması, dışarıdan borçlanmanın içeriden borçlanmaktan daha ucuz hale gelmesiyle iktidar özel sektörün dışarıdan dövizle borçlanmasının önündeki tüm kısıtlamaları kaldırdı.

Daha önce döviz geliri olmayan şirket ve kurumların yurtdışından döviz cinsinden borçlanması yasak iken bu kaldırıldı. Böylece özel sektör döviz borçlarında olağanüstü artışlar gündeme geldi. Kamu dış borçları açısından ise tablo tersine idi. İktidar bunu sürekli şekilde kamunun dış borcunun milli gelire oranıyla kıyaslayarak övünç meselesi yaptı.

Oysa küresel piyasalardaki bu bolluk dönemi bitince özel sektörün döviz borçları şirketlerin ve ülke ekonomisinin en büyük kâbusuna dönüştü. Türkiye, AK Parti iktidarının aldığı bu yanlış kararın ve atılan öngörüsüz adımın bedelini ödemek zorunda. Kurlardaki her yükseliş, döviz geliri olmayan ama döviz borcu olan şirketleri, özel sektör kuruluşlarını batma noktasına sürüklüyor. İktidar nihayet bu yanlışı görerek özel sektörün döviz borçlanmasına bazı sınırlamalar getirdi ancak şu anda karşımızda duran tablo ağır bir faturayı da içeriyor.

Rakamlara bakıldığında 2017 yılında 316,4 milyar dolar olan özel sektör döviz borçlarının 2020 sonunda 255,6 milyar dolara gerilediği ve 61 milyar dolar azaldığı görülüyor. Ancak kurların yüksekliği dikkate alındında 255 milyar dolar da olağanüstü yüksek bir tutar ve çevrilmesi oldukça güç.

2020 sonunda 450,1 milyar dolar olan toplam dış borcun 138,5 milyar dolarını bir yıl ve daha kısa vadeli borçlar, 311,5 milyar dolarını uzun vadeli borçlar oluşturuyor.
AK Parti’nin iktidara geldiği 2002 sonunda Türkiye’nin toplam dış borç stoku 129,6 milyar dolar, GSYH’ya oranı da yüzde 54,4 idi. İktidar, 2020 sonu itibarıyla 129 milyar dolarlık borcu 3,5 kat artırarak 450 milyar dolara çıkarttı.
2002’de kamunun dış borcu 64,5 milyar dolar iken 2020 sonunda yaklaşık 3 kat artışla 173,1 milyar dolara yükseldi.
2002’de 43,1 milyar dolar olan özel sektör döviz borçları yüzde 500’ü bulan artışla 2020 sonunda 255,6 milyar dolara ulaştı.
Asıl riskleri büyüten gelişme dış borç stoku içinde kısa vadelilerin gösterdiği artış 2002 yılsonunda 129,6 milyar dolarlık toplam dış borç stokunun 16,4 milyar dolarlık kısmı bir yıl ve daha kısa vadeli iken, 2020 sonunda 138,5 milyar dolarla yüzde 750’ye varan artış gerçekleşmiş.
2002 sonunda 16.4 milyar dolar olan kısa vadeli dış borçlar, on sekiz yılda tam yüzde 744 artışla 138.5 milyar dolara tırmandı.
Bu yıl içinde geri ödenecek kısa vadeli borç tutarının 190,3 milyar dolar olduğu göz önünde tutulduğunda tablonun vahameti kendisini daha da fazla dayatıyor. Türkiye’nin bir ÖDEMELER DENGESİ KRİZİ ya da BORÇ KRİZİ ile karşı karşıya kalma riski artıyor!

13.Türkiye’nin ağır borç tablosu ve geri ödemeleri yapıp yapamayacağı konusunda kaygılar, giderek artırıyor. BM Kalkınma Programı’nın (UNDP) raporunda, aralarında Türkiye’nin de yer aldığı 72 ‘düşük ve orta gelirli’ ülkenin borçlarını ödeyemeyebileceği, küresel borç krizi yaşanabileceğine dikkat çekiliyor. Bu çerçevede 528 milyar dolarlık borcun geri ödememe riskinin yükseldiği vurgulanarak, G20 ülkeleri uyarılıyor!

Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı (UNDP), COVID19 salgınının aralarında Türkiye’nin de yer aldığı 72 düşük ve orta gelirli ülkeyi borç krizi ile karşı karşıya bıraktığını bu ülkelerin durumunun hızla kötüleştiğini belirterek, 2021-2025 dönemine ait 598 milyar dolarlık borç geri ödemesinin risk altında olduğunu açıkladı. UNDP Başkanı Achim Steiner tarafından yapılan uyarı açıklamasında, 72 ülkeden yalnızca 49'unun G-20 ülkelerinin benimsediği borç erteleme tedbirlerinden yararlanmaya uygun olduğunu söyledi. Steiner, G-20 üyelerini borçların geri ödenmesi konusunda bir moratoryum hazırlamaları ve borç işlemleri için ortak bir çerçeveyi en fakir ülkeleri de içine alacak şekilde hızla genişletmeye çağırdı. UNDP tarafından yapılan çalışma ve yürütülen araştırmadaki potansiyel felaket senaryosunun 2030 yılına kadar bir milyar insanın aşırı yoksulluğa sürükleneceğini gösterdiği belirtiliyor. Buna bağlı olarak halen yavaş bir şekilde ilerleyen ancak hızlanması kaçınılmaz görünen bir borç krizinin kalkınma hedeflerini yıllarca geriye götüreceği sonucu ortaya çıkıyor. UNDP Başkanı Steiner, Türkiye’nin de aralarında yer aldığı orta gelirli ülkelere yardım etmek için Uluslararası Para Fonu'nun (IMF) acil rezervlerinin daha zengin ülkelerce 650 milyar dolar genişletilmesine olanak tanıyan bir mekanizma geliştirilmesi önerisinde bulundu.

İktidarın içeride çizdiği ekonomik tablonun gerçek dışı olduğunu sürekli dile getiriyorum. Açıklanan resmi göstergeler ülkemizin ağır bir ekonomik krizden, buhran sürecine ilerlediğini gösteriyor. İktidarın ve ekonomi yönetiminin yanlış kararları bu süreci hızlandırıyor.

Dünyadaki 190 ülke arasında her an borç krizine girmeye aday ve borçlarını geri ödeyememe görüntüsündeki 72 ülke arasında Türkiye’nin de yer alması İKTİDARIN ÜLKEYİ BORCA BATIRDIĞININ VE İFLASA DOĞRU SÜRÜKLEDİĞİNİN uluslararası raporlarla da tescilidir. Ne yazıktır ki, iç ve dış borçlardaki ağırlaşan sürdürülemez tabloya rağmen, iktidar KANAL İSTANBUL gibi ülkeyi ilave 100 milyar dolar daha borç altına sokacak akıl ve bilim dışı projelerin peşindedir! Kısa ve orta vadeli gerçekçi yapısal reformlar, süratle uygulamaya geçirilmelidir.

14.TBMM’ye getirilen 18 maddelik torba yasa teklifiyle kurumlar vergisinde 5 puanlık yeni artış söz konusu. Salgında kapatılan yeme-içme yerlerinde çalışanlara nakdi ücret desteği günde 50 TL’ye çıkartılarak, işten çıkartma yasağına rağmen çalışanların işten çıkarılıp, ücretsiz izne gönderilmesi teşvik ediliyor. Kamu alacaklarının icra-haciz yoluyla tahsilinde el konulan hacizli taşınır-taşınmazların elektronik ortamda satışına yönelik düzenleme dikkat çekiyor!

CB Erdoğan tarafından 12 Mart’ta açıklanan Ekonomik Reformlar ile ilgili beklentiler açıklanan programın içeriğinin tutarsızlığı nedeniyle düş kırıklığı yaratırken, şimdi TBMM’ye gönderilen 18 maddelik torba yasa ile de yapısal önlemler yerine ikinci bir düş kırıklığı daha gündemde.

Her zaman olduğu gibi, pek çok farklı düzenlemeyi aynı torba yasa içine dolduran ve Cumhurbaşkanlığında hazırlanan teklif yine AK Parti grubunun imzasıyla meclise sunuluyor. 2020 mali yılı ve bilanço dönemi sona ermesine karşılık iktidarın geriye dönük vergi artışlarına gideceği yönündeki uygulamaların anayasaya aykırılığı söz konusu olacağı için iktidar bu yılın kurumlar vergisinde 5 puan, 2022’nin kurumlar vergisinde ise 3 puan artışa gitmeyi öngörüyor.

Bunun yanında salgın döneminde milyonlarca çalışanın, kapanan işyerlerinde sigortalı olarak çalışan ve kapanma nedeniyle gelirden yoksun kalanların en büyük güvencesi ve gelir kaynağı olan kısa çalışma ödeneğini sonlandıran iktidar, nakdi ücret desteğini günlük 50 TL’ye çıkartarak bir yanlışın üzerini bir başka yanlışla örtmeye, göz boyamaya çalışıyor.

Bir yandan işçi çıkartmayı yasaklayıp, diğer yandan fiili işten çıkartma anlamına gelen ücretsiz izne çıkartmayı adeta teşvik edercesine torba yasa düzenlemesi yapan iktidarın bu desteğinden çok sınırlı kişi yararlanabilecek. Kayıt dışı istihdamın en yaygın olduğu sektörlerin başında gelen yene-içme sektöründe iktidarın kendi eliyle kapattığı lokanta, restoran, kafelerde çalışanların ücretsiz izne çıkarılmaları karşısında yapılacak günlük 50 TL’lik ödeme ‘iş akdi olanlar’ yani SGK’lı olarak çalıştırılanlar için söz konusu. Oysa istihdamın yüzde 50’sinden fazlasını sağlayan hizmet sektöründe aynı zamanda sigortasız çalıştırma çok yaygın. Kaldı ki nakdi ücret desteğinin sadece yeme-içme hizmeti veren işyerleriyle sınırlı tutulması da bu destekten yararlanacakların sayısını daha da sınırlı hale getiriyor.

İktidar Amme Alacaklarının Tahsili Usulü Hakkında Kanun’da değişiklik yaparak, salgında iyice mağdur olan, vergisini, SGK prim taksitini, stopajını ödeyemeyenlere yönelik icra ve haciz yoluyla el koyacağı menkul ve gayrimenkullerin elektronik ortamda satışına olanak sağlıyor.  Bu yolla hem icra ve hacizleri görünür olmaktan çıkarmak istiyor hem de internetten hızla satış yaparak bir an evvel alacağına karşılık el koyduğu taşınır-taşınmazları nakde çevirmeyi amaçlıyor.

İcra-haciz dosyalarının 30 milyonu aştığı bir süreç yaşanırken, vatandaş işsiz, işyerleri darboğazda, küçük esnaf siftahsız dükkân kapatırken, iktidarın alacak peşinde koşması, elektronik hacizden sonra şimdi de icra yoluyla haczettiklerini elektronik ortamda satışa çıkartmak istemesi bu ahlı malları ucuza kapatmak isteyen fırsatçılara zemin yaratacak. Böyle bir salgın sürecinde iktidarın torba yasa içine sıkıştırdığı bu düzenleme, vicdansızlık ve halkın dertlerinden kopmuş olmanın, işaretidir!

15.19-26 Mart haftasına ait Merkez Bankası verileri, yüzde 19’a çıkartılan politika faizine rağmen yabancı yatırımcıların hızla Türkiye’den çıktığını gösterdi. Görev değişikliğinin para-döviz piyasalarında yarattığı sarsıntıyla yüzde 15’e varan kur artışı ve 7,20’den 8,40’a yükselen dolar/TL’yi fırsat bilen yerli döviz mevduatı sahipleri ise yüksek kurla yaklaşık 9 milyar dolar bozdurdu!

Yabancı yatırımcıların Türkiye piyasasından çıkışı ve döviz mevduatlarındaki satış hızı açısından son bir haftada yaşananlar bugüne kadar görülmedik düzeydeki gelişmeler. Merkez Bankası’nın 19-26 Mart haftası, yani Naci Ağbal’ın görevden alınıp yerine Şahap Kavcıoğlu’nun getirildiği bir haftada yabancı yatırımcılar milyarlarca dolarlık hisse senedi, tahvil, devlet iç borçlanma senedini (DİBS) satıp dövize çevirerek Türkiye’den çıkış yaptı.

MB verilerine göre, 19-26 Mart haftasında yabancılar 1 milyar 105 milyon dolarlık devlet iç borçlanma senedi, 814 milyon dolarlık da hisse senedi sattı. Böylece yabancı yatırımcıların Türkiye piyasasından çıkarttığı para bir haftada 1 milyar 919 milyon dolar oldu. Yabancı yatırımcılar hem yüksek faize rağmen ellerindeki menkul kıymetleri daha düşük değerden sattı hem de daha yüksek kurdan dolar almak zorunda kalarak piyasadan çekildi. Sadece bu bile yabancıların iktidarın ekonomik politikalarına ve kararlarına duyduğu güvensizliğin geldiği noktayı ve büyük zararlar pahasına Türkiye’den kaçmak istediklerini göstermesi açısından dikkat çekici!

Bu son satışlarla birlikte bir dönem BİST’teki yatırımların yüzde 70’ine yakınını yapan, ellerindeki TL varlıkları ve menkul değerlerinin tutarı 60 milyar doların da üzerinde olan yabancı yatırımcılar, bu son operasyonla ellerindeki TL varlıklarını da önemli ölçüde azaltarak Türkiye piyasasından çekildiler. 19-26 Mart haftasındaki 1,9 milyar dolarlık satış-çıkış sonrasında MB verileriyle yabancıların elindeki TL varlıkları, hisse senedinde 23 milyar 782 milyon dolara, DİBS’te ise 7 milyar 671 milyon dolara indi. Aynı haftada hem faizi hem dövizi birlikte yükseltmeyi başaran iktidarın bu adımıyla 19 Mart’ta 7,20-7,18’e inen Dolar/TL bir anda 8 TL’nin üzerine çıkarak hafta içinde 8,40 TL’yi görünce aylardır sürekli artan döviz mevduat hesapları da ilk kez satışa geçti. Bir önceki hafta 2,2 milyar dolar daha artan döviz mevduatları 19-26 Mart haftasında yüksek kurdan yapılan satışlarla 9,3 milyar dolar azaldı.

19 Mart’ta 261,7 milyar dolar düzeyinde bulunan toplam döviz tevdiat hesapları 26 Mart’ta 252,4 milyar dolara geriledi. Bir haftada gerçekleşen 9,3 milyar dolarlık satışın 8,9 milyar doları yurtiçi yerleşiklerin hesaplarındaki azalmadan kaynaklandı. Söz konusu hafta da gerçek kişiler döviz hesaplarından 7,2 milyar dolar, tüzel kişi şirketler de 1,7 milyar dolar bozdurdu. Ortalama 8 TL’den bozdurulduğunu varsaydığımızda 74,4 milyar TL olan bozdurulan dövizlerin Türk Lirası karşılığının nereye yöneldiğini de önümüzdeki haftaların verilerinde görebileceğiz. Bu meblağın banka sisteminde mi kaldığı, vadeli TL mevduat hesaplarına mı yatırıldığı yoksa altın alımına mı gittiği veya sistem dışına mı çıktığı anlaşılacak. Bir yılı aşan süreden bu yana bastırılan ve 6,50’ye kadar gerileyen kurlarla döviz almayı sürdüren para sahiplerinin eğilimi ile bankalardaki toplam mevduat içinde döviz hesaplarının payı yüzde 60’a yaklaşmıştı. Halen döviz mevduatları yüzde 50’nin üzerinde kalmaya devam ediyor. Buradaki görüntü bir anda ekonomi yönetiminde iktidarın kendi eliyle yarattığı deprem ile dolar/TL’nin 7,20’den 8,40’a, Euro/TL’nin 9,90’a çıkmasıyla gündeme gelen bir kâr realizasyonu ve fırsatı değerlendirme hamlesidir. Aksi olsaydı 9,3 milyar doların bozdurulduğu bir haftada MB rezervleri 3 milyar dolar azalmaz, dolar kuru 7 TL’nin çok altına düşerdi.

İktidarın sürekli yinelediği ‘DIŞ GÜÇLER TÜRKİYE EKONOMİSİNE OPERASYON YAPIYOR’ iddiası, bizzat iktidarın kendisinin aldığı kararlarla, yarattığı ekonomik kaos ve kargaşayla çürütülürken, güvenin de sıfırlandığı somut şekilde görüldü. 20 ayda 4 MB Başkanı değiştirmenin yarattığı bu ağır ekonomik hasar, dış güçlerin değil doğrudan iktidarın kendi operasyonu, kendi aldığı azil ve atama kararlarının sonucudur!


YORUMLAR

  • 0 Yorum